18 Kasım 2013 Pazartesi

MERKEZ BANKASI VE GÖREVLERİ (FONKSİYONLARI)

Para arzının ekonomik etkilerinin anlaşılmasından sonra, bir ülkede bunun miktarını kontrol etmekten sorumlu kuruluşun, yani merkez bankasının da incelenmesi gerekmektedir. Bir ülkenin finansal sisteminde yer alan dört temel aktör söz konu­sudur: Merkez bankası, finansal aracılar (bankalar gibi), tasarruf sahipleri ve yatı­rım yapmak isteyenler. Bunlar arasında, merkez bankası üstlendiği fonksiyonlar açısından en önemlisidir. Bu önemine karşın, merkez bankasının kısa, ancak üst­lendiği fonksiyonları tam olarak açıklığa kavuşturabilecek şekilde kapsamlı bir tanımını yapmak oldukça güçtür. Bir merkez bankasının tanımı, kendisine yükleni­len fonksiyonlara bağlı olarak yapılabilir. Bu fonksiyonlar ise zamana, ihtiyaçlara ve ülkenin finansal sisteminin yapısına göre değişebilmektedir.
Merkez bankacılığının kökeni yaklaşık iki asır öncesine gitmektedir. Ancak gü­nümüz merkez bankacılığı nispeten yeni bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Tıpkı elektrik enerjisi ve otomobil gibi merkez bankaları da 20'nci yüzyılın ürünü olarak kabul edilmektedir. 
Nitekim 20'nci yüzyılın başlangıcında, batı dünyasında hiçbir merkez bankası­nın faaliyet göstermediğini görmekteyiz. Örneğin ABD'de merkez bankası fonksi­yonunu üstlenen sistem (Federal Reserve System) 1914 yılında, Kanada Merkez Bankası ve TC Merkez Bankası ise 1934 yılında kurulmuşlardır. Modern parasal sis­temin önemli bir ayağını oluşturan merkez bankası, ülke ekonomisinin sağlıklı ola­rak işleyebilmesi ve devletin mali işlemlerinin yerine getirilebilmesi açısından son derece önemli bir kurumdur. Merkez bankasının üstlendiği fonksiyonlar, ülkeden ülkeye farklılıklar göstermesine karşın, modern bir merkez bankasının yerine ge­tirmesi beklenen üç temel fonksiyondan söz edilebilir: Ülkedeki para piyasaların­da istikrarın sağlanması, bankaların bankası ve likitidenin son kaynağı olarak hiz­met görmesi, devletin bankacılığını yapması. Şimdi bir merkez bankasının yerine getirmesi beklenen bu fonksiyonları kısaca inceleyelim. 
Para Piyasalarında İstikrarın Sağlanması 
Bir merkez bankasının üstlendiği en önemli görev, ulusal ekonomik hedeflerin ba­şarılmasını kolaylaştırmak için, ülkedeki para sistemini kontrol ederek istikrarlı bir şekilde çalışmasına olanak tanımaktır. Merkez bankası bu amaca yönelik olarak para ve kredinin arzını, maliyetini ve elde edilebilirliğini düzenler. Merkez banka­larının para arzını kontrol etme fonksiyonu, bir yönüyle banknot ihraç etmedeki tekelci güçlerinden, diğer yönüyle de kredi vererek ve menkul kıymet satın alarak rezerv yaratma ve yok etme güçlerinden kaynaklanmaktadır. Banknot ihracı tarih­sel gelişimi içerisinde bir egemenlik simgesi olarak kabul edildiği için, merkez bankaları kâr amacı güden kuruluşlar olarak değil, ulusal çıkarları ön planda tutan ve kamu hizmeti sunan kuruluşlar olarak faaliyet gösterirler. 
Para piyasalarında istikramı sağlanması fonksiyonuna daha geniş bir perspektif­le bakıldığında, merkez bankalarının önemi daha iyi kavranabilir. Bir ülkedeki fınansal sistem elinde fon fazlası olan tasarruf sahiplerinden yatırım yapmak için fo­na gereksinim duyanlara fon aktarılması görevini üstlenir. Ancak bu sayede, yani yatırım yapılması ile reel anlamda bir üretim artışından bahsedilebilir. Finansal sis­temin üstlendiği bu fon transferi görevinin yerine getirilebilmesi için halkın bu sis­tem içerisinde faaliyet gösteren kurumlara güven duyması ve tasarruflarını bu ku­rumlara teslim etmede istekli olması gerekir. Faiz oranlarında sık sık ortaya çıkan büyük dalgalanmalar nedeniyle finansal piyasalar istikrarsız çalışıyorsa veya finan­sal kurumlar sık sık ödeme güçlüğü içine düşüyorlarsa, halkın bu piyasalarda faali­yet gösteren kurumlara güveni kaybolabilir. Sonuçta sermaye birikimi için gerekli fon akımında daralma, ekonomik büyümede gerileme ve işsizlik oranında artış ortaya çıkabilir. Bu yüzden merkez bankaları finansal piyasaların gelişimini ve fonla­rın bu piyasalar aracılığı ile istikrarlı akışını sağlamada önemli bir rol oynarlar.
 Bankaların Bankası ve Likitidenin Son Kaynağı Olma 
Bankaların bankası olma deyimi, bankacılık sisteminin müşterilerine sunduğu hiz­metlerin benzerlerinin, merkez bankası tarafından bankalara sağlanması anlamına gelmektedir. Merkez bankasının bankalara sunduğu bu hizmetlerden bazıları, mer­kez bankasının temel fonksiyonu olan ve yukarıda değinilen parasal kontrol fonk­siyonunu destekler niteliktedir. Örneğin, bankacılık sisteminin rezervlerini tutma­sı, bankalara kısa vadeli kredi sağlaması, likitidenin son kaynağı olması gibi. Ülke­deki bankacılık sisteminin sağlıklı hizmet sunabilmesi açısından, merkez bankası­nın yürüttüğü faaliyetler arasında toplanan çeklerin takasına aracılık etmesi, bozukluk ve banknotların bankalara dağıtımı, ticari bankaların faaliyetleri üzerinde bir ölçüde düzenleme ve kontrol yetkisinin bulunması sayılabilir.
 Likitidenin son kaynağı olma merkez bankasının ödünç verebilecek son kredi kurumu olmasından kaynaklanmaktadır. Merkez bankalarının bu fonksiyonu para basma üzerindeki tekel gücünden kaynaklanmaktadır. Merkez bankası para bası­mındaki tekelci gücünü kullanarak bankalara önemli miktarda rezerv aktarma ye­teneğine sahiptir. Bu nedenle, finansal sistemde yaşanacak bir paniğin ve banka­lara hücumun önlenmesinde, merkez bankası bu gücünü kullanarak bankalara re­zerv yaratabilir. Dolayısıyla, likitidenin son kaynağı olma fonksiyonu finansal sis­temde istikrarın sağlanması açısından son derece önemlidir. 

Devletin Bankacılığını Yapma 

Merkez bankası bir mali kurum olarak devletin fonlarını toplama, tutma, aktarma ve bu fonlardan ödemede bulunma işlemlerini gerçekleştirerek devletin ban­kacılığını yapar. Bunun dışında, merkez bankası kamu borcuna ilişkin teknik hizmetleri de sunabilir. Öte yandan, merkez bankası devletin finansal danışmanı niteliğindedir.

PARA POLİTİKASININ YÜRÜTÜLMESİ VE PARA POLİTİKASI ARAÇLARI 

Para politikası, merkez bankasının ülkedeki para miktarını etkilemeye dönük ola­rak aldığı kararlardır. Para politikası kararlan alınırken devletin hedefi enflasyona neden olmaksızın tam istihdam düzeyine ulaşmak ve bunu sürdürmektir. Bir diğer deyişle, ekonomi durgunluğa girme eğilimi gösterdiğinde ve ekonomik faaliyetler­de bir yavaşlama başladığında merkez bankası para arzını arttırmaya ve faiz oran­larını düşürmeye karar verecektir. Yani ülkedeki para otoriteleri (başta merkez bankası olmak üzere para politikasının yürütülmesinden sorumlu olan kuruluşlar) kredinin elde edilebilirliğini kolaylaştıracak bir para politikası izleyeceklerdir. Bu yöndeki bir para politikasına gevşek veya genişlemeci para politikası adı veril­mektedir. Diğer yandan ekonomi gereğinden fazla canlanmış ve enflasyonist teh­ditler kendini hissettirmeye başlamışsa, para otoriteleri para arzındaki artışı yavaş­latmak ve faiz oranlarını yükseltmek isteyeceklerdir. Bu yöndeki bir para politika­sı ise sıkı veya daraltıcı para politikası olarak adlandırılmaktadır. 
Para politikasının nasıl yürütüldüğünü anlayabilmek için cevaplandırılması gere­ken önemli bir soru karşımıza çıkmaktadır: Merkez bankası yukarıda belirtilen he­def doğrultusunda para arzını nasıl değiştirebilir? Bu soruya verilecek cevap ol­dukça kısadır: Bankaların rezervlerini yönlendirerek. Örneğin, merkez bankasının enflasyondaki hızlanma eğilimini yavaşlatmak istediği bir ortamda yapması gereken para arzındaki artışı yavaşlatmak, yani sıkı para politikası izlemektir. Bunun için de banka rezervlerindeki artışın engellenmesi gerekmektedir. Bir önceki ünitede gör­düğümüz gibi, bankacılık sisteminin rezervlerindeki azalma bankaların kaydi para yaratma hacimlerini daraltacağı için para arzındaki artışı da yavaşlatacaktır.
Ülkedeki bankacılık sisteminin rezervlerini yönlendirebilmek amacıyla merkez bankasının kullanabileceği bazı araçlar vardır. Ülkedeki finans sisteminin yapısı ve yasal düzenlemeler kullanılabilecek bu araçların sayısı ve türü üzerinde belirleyici konumdadır. Merkez bankalarının bu amaçla kullanabilecekleri, genel para poli­tikası araçları olarak adlandırılan üç araçtan söz etmek mümkündür: Zorunlu re­zerv oranları, reeskont oranı ve açık piyasa işlemleri. 
Zorunlu Rezerv Oranları 
Bir önceki üniteden hatırlayacağınız gibi, bankaların mevduat şeklindeki yüküm­lülükleri karşılığında belirli bir oranda rezerv tutmaları, temsili paraya geçiş süre­cinde, bankaları iflastan koruyabilmek amacıyla getirilen bir uygulamadır. Ancak zaman içerisinde zorunlu rezerv uygulamasının amacı bankaların iflas etmelerine engel olmaktan çıkmış ve merkez bankalarının para miktarını kontrol edebilmek amacıyla kullanabilecekleri bir araç haline gelmiştir. Birçok ülkede, bankaların mevduat şeklindeki yükümlülükleri karşılığında ayıracakları zorunlu rezervlerin oranını belirlemeye yetkili kuruluş, merkez bankasıdır. Merkez bankaları bu yetki­lerini ekonominin gereklerine göre kullanarak bankaları daha fazla veya daha az zorunlu rezerv tutmaya mecbur edebilirler. Merkez bankası bunun için zorunlu rezerv oranını arttırabilir veya azaltabilir. Bankacılık sistemindeki vadesiz ve va­deli mevduatlar zorunlu rezerv kapsamına alınabilir ve genel bir eğilim olarak, zo­runlu rezerv oranları vadesiz mevduatlar için daha yüksek olarak belirlenir. 
Merkez bankası zorunlu rezerv oranını yükselttiğinde, bankalar daha büyük bir miktarı ellerinde rezerv olarak tutmak zorunda kalacaklardır. Bu da bankaların ya­ratabileceği kaydi para miktarını azaltan bir unsurdur. Dolayısıyla, merkez banka­sı para arzındaki artışı engellemek istiyorsa zorunlu rezerv oranlarını yükseltecek­tir. Aksine, merkez bankasının zorunlu rezerv oranını düşürmesi durumunda, ban­kalar mevcut mevduat yükümlülükleri karşılığında daha az rezerv tutmaya başla­yacaklardır. Bu da bankaların daha fazla kaydi para yaratmaları anlamına gelmek­tedir. Sonuç olarak, zorunlu rezerv oranlarındaki düşüş, bankaların yaratabileceği kaydi para miktarını ve dolayısıyla para arzını arttırıcı bir etki yaratmaktadır. 
Zorunlu rezerv oranı değişiklikleri, para arzını etkilemek açısından son derece keskin sonuçlar doğuran bir araç niteliğindedir. Ancak zorunlu rezerv oranını de­ğiştirerek para arzında küçük ölçekli değişiklikler yapmak mümkün değildir. Öte yandan zorunlu rezerv oranında yapılacak değişiklikler, bir yandan para arzında büyük değişikliklere neden olabilirken, diğer yandan da bankaları likitide sıkışık­lığı içerisine sokabilir. Bu nedenle, zorunlu rezerv oranı değişiklikleri esnek bir pa­ra politikası aracı olmamakla eleştirilmektedir. 
Reeskont Oranı 
Merkez bankasının para arzını etkilemekte kullanacağı bir diğer teknik, reeskont oranını değiştirmektir. Merkez bankasının temel fonksiyonlannı incelerken, merkez bankasının bankaların bankası olma fonksiyonundan söz etmiştik. Bu nedenle ban­kalar nakit ihtiyacı içerisinde oldukları zaman merkez bankasından borçlanabilirler. Şüphesiz merkez bankasının da borç vermeyi kabul etmesi gerekir. Bankalara kre­di verme merkez bankasının temel fonksiyonlarından birisidir. İşte, merkez banka­sının bankalara verdiği kredilere uyguladığı faiz oranına reeskont oranı adı veril­mektedir. Merkez bankası, ekonominin ve bankacılık sisteminin içinde bulunduğu koşullara göre, istediği zaman bu oranı arttırıp azaltabilir. Reeskont oranındaki ar­tışlar bankaların merkez bankasından borçlanmalarını caydırırken, reeskont oranın­daki düşüşler bankaların merkez bankasından borçlanmalarını teşvik eder. 
Reeskont oranı önemli miktarda ve sık sık değiştirilebilir. Merkez bankası rees­kont oranını yükselttiğinde, bankaların rezervlerini tamamlamaları pahalı hale ge­leceğinden, merkez bankası para arzı artışını sınırlandırmış olur. Tersine, merkez bankası reeskont oranını düşürürse, bankaların merkez bankasından borçlanmala­rını ucuzlatmış olur. Bu da para arzı üzerindeki kontrolün gevşetilmesi anlamına gelmektedir. 
Reeskont oranı değişiklikleri konusunda dikkat edilmesi gereken nokta, rees­kont politikası sürecinde merkez bankasının pasif bir pozisyonda oluşudur. Mer­kez bankası, örneğin, reeskont oranını düşürebilir, ancak bankaları borçlanmaya zorlayamaz. Merkez bankası sadece reeskont oranını belirlemekte, daha sonra bankaların tercihleri belirleyici olmaktadır. Öte yandan reeskont politikasında dik­kat edilmesi gereken bir diğer nokta, merkez bankasının sürekli ve uzun vadeli borçlanmalara izin vermemesi gerekliliğidir. Zira, reeskont kredileri ile bankalara sağlanmış olan kolaylığın amacı bankaların kısa süreli nakit ihtiyaçlarını giderme­lerine olanak sağlamaktır. Bu nedenle uzun vadeli reeskont kredisinin söz konusu olmaması gerekir. 
Birçok iktisatçı reeskont oranı değişikliklerinin bankaların rezervleri üzerinde çok küçük bir etkiye sahip olduğu konusunda aynı görüşü paylaşmaktadır. Bu ne­denle reeskont oranının etkin bir para politikası aracı olarak kullanılamayacağı şeklinde yaygın bir görüş de mevcuttur. Reeskont oranı konusunda gözden uzak tutulmaması gereken nokta, herhangi bir finansal panik sırasında merkez bankası­nın bankacılık sistemine likitide sağlayabilmesinin reeskont kredileri aracılığı ile gerçekleştirilebileceğidir. Merkez bankasının üstlendiği fonksiyonlarından bir tanesi olan likitidenin son kaynağı veya ödünç verebilen son mercii olma fonksiyonu­nun yerine getirilebilmesi için reeskont kredilerinin varlığı zorunludur. 
Açık Piyasa İşlemleri 
Yukarıdaki açıklamalarımıza göre, merkez bankasının para politikasını yürütme­sinde temel kanal, banka rezervlerinin kullanılmasıdır. Merkez bankasının bu amaçla kullanabileceği yukarıda ele aldığımız iki araçtan zorunlu rezerv oranı de­ğişiklikleri esnek bir araç olmadığı, reeskont oranı değişiklikleri ise inisiyatifin merkez bankasında bulunmadığı şeklinde eleştirilere uğramaktadır. Banka rezerv­lerini direkt olarak etkileme olanağı vermesi nedeniyle açık piyasa işlemleri günü­müz merkez bankaları tarafından en yoğun olarak kullanılan, en esnek para poli­tikası aracı niteliğindedir. Açık piyasa işlemleri, merkez bankasının piyasadan devlete ait bono ve tahvilleri alıp satmasıdır. 
Merkez bankalarının açık piyasa işlemlerini etkin bir biçimde yürütebilmesi için ön şart, ülkede tahvil ve bonoların alınıp satıldığı bir piyasanın bulunması ve işlem hacmi olarak yeterli bir düzeye ulaşmış olmasıdır. Merkez bankaları, kamu kesimine ait bu menkul kıymetlerin alınıp satıldığı piyasada önemli bir yere sahip olmalıdır. 
Merkez bankası piyasadan devlete ait menkul kıymetleri satın aldığı zaman, bankalara bunun karşılığında rezerv aktarmakta, bu da daha önce gördüğümüz kaydi para yaratma sürecinin başlangıcını oluşturmaktadır. Dolayısıyla, merkez bankası para arzındaki artışı hızlandırmak istediği zaman açık piyasada alım yapa­rak bankacılık sisteminin rezervlerini direkt olarak arttıracaktır. Öte yandan, mer­kez bankası piyasada devlete ait menkul kıymetleri satmaya başlarsa, bunun kar­şılığında bankacılık sisteminden rezerv çekmiş olacaktır. Bu da bankaların yarata­bileceği kaydi para miktarının azalması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, merkez bankası para arzındaki artışı yavaşlatmak istediği zaman açık piyasada satış yapa­rak bankacılık sisteminin rezervlerini direkt olarak azaltacaktır. 
Açık piyasa işlemleri merkez bankalarının elinde bulunan en esnek para politi­kası aracıdır. Zira, açık piyasa işlemlerinin yürütülmesinde tüm inisiyatif merkez bankasının elindedir. Öte yandan, merkez bankası para arzında gerçekleştirmek istediği küçük çaplı değişiklikler için açık piyasa işlemlerini kullanabilmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder